28 Ekim 2012 Pazar

Yeni Toplumsal Hareketler-Toplumsal Değişme ve Küreselleşme 1. Ünite

Toplumsal değişme sosyolojinin en temel konularından biridir. Çünkü, sosyolojinin kendisi 19.yyda Batı'da geleneksel, tarım ekonomisine dayalı toplumdan modern, kentli ve endüsti ekonomisine dayalı topluma geçişi anlamaya yönelik entellektüel bir çaba olarak gelişmiştir. Kapitalizmin batıda gelişmesi ile başlayan süreç ve bu sürecin sonuçları toplumların değişebleceğini göstermiş ve ilerlemeye yönelik bir inanç oluşturmuştur. Sosyolojinin kurucuları batı toplumunu merkeze alıp diğer toplumları tendi toplumları ile karşılaştırmışlardır. batı merkezli yaklaşım tarafından "Batı" ve "diğerleri" şeklinde bir ikilem yaratılmıştır.  böylece gelişmiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan gibi kavramlar ortaya çıkmıştır.



TOPLUMSAL DEĞİŞME SÜRECİNİN ÖZELLİKLERİ

Toplumsal değişme gerek kültürün gerekse toplumsal kurumların zaman içerisinde dönüşmesi anlamına gelmektedir.Toplumsal değişme sürecini üç temel başlıkta inceleyebiliriz

1. Hangi toplum söz konusu olursa olsun değişme kaçınılmazdır.

Bir toplumda kurumların değişmesi kadar düşüncelerin, tutumların ve değerlerinde değişmesi önemlidir. Yasa ve kurumlar değişse de birey psikolojisi hemen değişmemektedir. Maddi kültürün manevi kültürden daha hızlı değişmesine Ogburn KÜLTÜREL GERİ KALMA adını vermiştir.

Toplmsal değişme kaçınılmazdır. Ama tolumsal değişme kendiliğinden ortaya çıkmaz. Gelişme ile hedeflenen insan onuruna yakışan bir yaşam düzeyine ulaşmak olmalıdır.

2000 yılında dünya genelinde ülke liderleri bir araya gelerek düşük gelirli ülkelerin yurttaşlarının yaşamları iyileştirecek bir takım programlar üreterek " BİNYIL KALKINMA HEDEFLERİNİ" oluşturdular. Bunlar:

a) açılığın ve mutlak yoksulluğun yok edilmesi

b) Temel eğitimin yaygınlaştırılaması

c) cinsiyet eşitliğinin iyilrştirilmesi

d) çocuk sağlığının iyileştirilmesi , çocuk ölümleirnin ortadan kaldırılması

e) anne sağlığını iyileştirilmesi

f) HIV/ AIDS ile müsadele

g) çevrenin sürdürülebiliriliğinin sağlanması

h)kalkınma programında evrensel bir ortaklık kurulabilmesi

MUTLAK YOKSULLUK

bireyin geçimini sağlayabilmek için ihtiyaç duyduğu kaynaklardan yoksun kaldığı bir duruma işaret eder.

2.Toplumsal değişme genelde planlanmadan ortaya çıkar. Planlandığı durumlarda ise öngörülmemiş sonuşlar ortaya çıkabilir. Planlanmadan gerçekleşen toplumsal edğişmeler son kertede insanların hayatlarını kolaylaştırmak yerine zorlaştırabilmektedir.  İnsanlar fabrikalar kuratak üretimi artırdılar ama sera gazı ve küresel ısınmayı hesaba katmadılar. vb

3. Toplumsal değişme tartışmalı bir süreçtir. Çünkü nasıl yaşanılması gerektiğine dair görüşler birbileri ile çelişebilmektedir. AÖf kitabında hikaye anlatıyordu aşağıdaki iki tanımla konuyu kavrayabiliriz sanırım.

ANOMİ: bir toplumun normlarının etkisizşelmesi çöküntü, karışıklık ya da çatışma olması durumunu ifade eder. Ekonomik değişim çok hızlı olabilir.  Bu durumda ahlaki düzenlemeler farklılaşma ile uzmanlaşmanın artışına ayak uyduramayabilir ve toplumda anormal bir iş bölümü görülebilir( Marshall)

  TAMPON MEKANİZMA: Mübeccey Kıray'a göre değişme toplumsal yapının bitin kurumlarında aynı anda ve aynı hızda  meydan gelmez. Bir toplumda hem eski hem de yeni yapıya ilişkin özellikler bir arada bulunabilir. Tampon mekanizmalar bir toplumdaki fonksiyonel bütünlüğü yaratır. Kıray'ın Ereğli araştırmasında annenin aile içinde gittikçe önem kazan yeri ve ebeveynlerin kız evlet yanında barınmasıyla ortaya çıkan genişlemiş aile tampon mekanizmaya bir örnektir.

TOPLUMSAL DEĞİŞME FİKRİNİN TARİHSEL ARKA PLANI

Tarihin öznesi insan gruplarıdır. sosyolojik bir kavram olarak ideoloji özellikle Marx'ın  çalışmalarıyla gündeme gelmiştir. İdeoloji kavramının atıfta bulunduğu toplusal olgu genelde fikirler  ya da kültür alanı, daha özelde ise siyasal fikirler ya da siyasal kültür alanıdır. İdeoloji ve bilim arasında bezerlikler ve farklılıklara üzerine çalışmaları olan Mardin  Marx ve Freud'u karşılaştırmıştır. Mardin'e göre Marx ideolojiyi sosyal yapının fikrin şekillenmesine katkısı anlamında ele almıştır.

Freud ise ruhsal gelişme dinamiğinin insanda düşünceleri yaratan ortamı ne şekilde etkilediğini araştırmıştır. İki düşünüründe ortak yanı  ideolojilerin aldatıcı, yanlış fikirler kümeleri olduğu konusundaki görüşleridir. Her iki düşünür içinde gerçek  doğanın insana doğrudan sunduğu  bir şey değildir. Çoğu zaman gerçeği bulmak için  gerçek gibi görünen görüntünün maskesini düşürmek gerekir.

toplumsal değişme düşüncesinin ortaya çıkabilmesi için tarih akışının bir birikimle sonuçlanması  ve nitelik değiştirmesi gerekir. Avrupa2da Rönesans ile ortaya çıkan, insanları kaderlerine hakim olabilecekleri fikri, insanları gerçek anlamda tarihin öznesi konumuna getirmiştir. Bu fikir Fransa'da gelişen Aydınlanma  ve İngiltere'de başlayan Endüstri Devrimi ile pekişir.

Endüstri Devriminin en genel özellikleri:1)  ölüm oranlarında azalmaya balığı olarak  nüfus artışı 2)kırdan kenteler göçlerde sürekli artış 3) kentlerde işçi sınıfının ortaya çıkması 4) demiryolu sisteminin bulunması ve taşımada devrim 5) çiftçilik tekniklerinin ilerlemesi 6) sömürge pazarlarının  artması 7) Buhar gücündeki ilerlemeler bağlı olarak teknolojik gelişme

Fransız Devrimi geri döüşü olmayan bir tarihsel dönüm noktası olarak kabul edilir.  Fransız Devrimi sona erdiğinde toplum, tarih ve siyaset üç temel olayla sarsılır

1)İnsanların temel hak ve özgürlklere sahip oldukları düşüncesinin yerleşmesi ve insan-insan ilişkilerinde yeni bir çığır açmasıdır.

2) Fransız Devriminin ekonomik ve siyasal sonuçlarının feodal toplumun temellerini sarsmasıdır.

3) Bu tarihe kadar içe dönük olarak gerçekleşmiş olan  felsefe yapma geleneğinin sarsılması ve tarih algısının topluösallık kazanmasıdır.  Fransız devrimi  neticesinde Fransız toplumunun hızlı çöküşünü gözlemleyen HEGEL , değişmez sanılan bir sosyal ve politik biçimin yerini başka bir sosyal ve politik biçime bıraktığını görmüştür.  Bu gözlem toplumun  biçim değiştereceği düşüncesinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

TOPLUMSAL DEĞİŞMEYİ ETKİLEYEN ETMENLER

Kültür ve Toplumsal Değişme

İnsanların yaşamak için ürettikleri her şey  kültürdür. Toplumsal değişme kavramı toplum ve kültür olguları arasında önemli bir fark gözetmeyen sosyal bilimiciler tarafından sosyal kültürel değişme olarak da adlandırılmıştır. Tarihte ki önemli olaylar (ateşin bulunması, yazınım icadı vb) kültürel ve toplumdal değişmeye sebep olacağı gibi önemli kişlerde toplumsal değişimde rol sahibi olmuşlardır. Newton, Edison, ATATÜRK...

Sınıf Çatışması Ve Toplumsal Değişme

Bu görüşe göre toplumsal değişmeyi etkileyen sosyal etmen toplumun dinanizminide yaratan insanlar arasındaki eşitsiliktir. Toplumsal eşitsizlikler sadece sınıflar arasında değil, aynı zamanda etnik gurplar ve toplumsal cinsiyetleri arasındanda mevcuttur.

Marx toplumsal değişmenin kısman teknolojik gelişmeler bağlı olduğunu iler sürmüştür. ama değişmeyi asıl sosyal çelişkilerin neden olduğu sınıf çatışmalarına bağlamıştır. Tarihin her evresinde farklı üretim biçimlerine göre şekillenen farklı sınıflar ortaya çıkmıştır. Bu sınıflar arasındaki çatışma yeni bir toplumsal evreye  geçilmesine neden olmuştur.

Toplumsal hareketlilik toplumsal tabakalaşma sistemi içinde bireylerin ve grupların farklı konumlar arasındaki hareketini anlatır. Hareketlilik bir yandan yukardan aşağı bir yandan kuşaklar arası olabilir. Kuşaklar arası hareketlilik kişinin aile kökeni ile kendi sınıf   ya da statü konumu arasındaki değişkenliğe gönderme yapar.

Fiziksel Çevre, Demografi ve Toplumsal Değişme

Nüfus örüntüsünün değişmeside toplumsal değişmeyi etkiler . Durkheim toplumun değişmesinin nüfusun artması ve iş bölümünün gelişmesi ile ilişkilendirmiştir.  Ona göre işbölümünün gelişmesinin üç temel nedeni vardır

1)belli bir coğrafyada yaşanyan nüfüs yoğunluğunun artması

2) buna bağlı olarak kentlerin gelişmesi

3) kentlerde yaşayan sosyal kitlenin artışın bağlı olarak  sosyal hacmin çoğalmasıdır. Çoğalan kitle artan ulaşım imkanları sayesinde daha sıkı iletişim kurmayı başarır ve toplum daha kalabalıklaşır.

TOPLUMSAL DEĞİŞME KURAMLARI

EVRİMCİ YAKLAŞIMLAR

Aguste Comte (1798-1857 Sosyolojinin Babası)

Sosyolojinin kurucusu sayılan Comte  kuramını "Toplumsal Statik" ve "Toplumsal Dinamik" olarak ikiye ayırmıştır. Tolumsal Statik; toplumun denge haline işaret eder ve toplumun belirili bir zaman dilimi içerisinde incelenerek tasvir edilmesini içerir. Toplumsal Dinamik ise toplumun değişem sürecine işaret eder ve zaman içerisnde hangi toplumsal olguların  başka toplumsal olguları izlediğine dikkatiimizi çeker. Comte " insanlık" kavramını ortaya atar ve  insanlığın evrim sonunda en iyiye ulaşacağına inanır.

İnsan zihni teolojikk ve metafizik aşamalardan geçerek pozitif aşamaya ulaşır. Her aşamada eğemen olunan düşünce şekli o aşamadaki toplumsal yapıyı belirler. Teolojik aşamada toplum doğaüstüne önem verir, toplumsal olayların arkasında insanların iradesine benzeyen tanrı iradesi aranır. İnsanlık tanrı düşüncesinde Fetişis (nesnelerin canlı olarak düşünülmesi) ve çok Tanrıcılık inancından sonra Tek Tanrıcılık inancına ulaşır. insan zihinin geçirdiği ikinci aşama metafizik aşamadır. bu aşamada  insanlık tanrı fikri yerine ruh ya da doğanın  eğilimleri gibi soyutlamalar ile düşünür. İnsalık giderek duyu organları ile algılanan gözlem ve deneylerle sınanabilen  bilimsel yöntemlerin kullanılmasıyla elde edilen gerçeklere ulaşır . Bu aşamaya Comte Pozitif aşama adını verir. Comte'un öne sürdüğü evrimci bakış açısı Hiristiyan Avrupa toplumlarının gözlemine dayandığı için Batı merkezlidir.

Herbert Spencer (1820- 1903)

Spencer'e göre evrim basitlikten karmaşıklığa, homejenlikten hetorejenliğe , tek tiplikten uzlaşmaya giden  doğrusal bir süreçtir. Dünyanın oluşumu dünya üzerinde  yaşamın oluşumu  topluumun, ticaretin, bilimin ve sanatın gelişmesi hep aynı sütreçten geçer. Spencer   toplumu evrim sırasında gittikçe karmaşıklaşan bir organizmaya benzetmiştir.  Spencer'e göre  değişmenin kaynağı toplumun içindedir ve  tüm toplumlar evrim sürecinden geçmektedir.İnsan toplulkları önceleri homojen şekilde yaşamaktadır  ve iş bölümü çok farklılaşmamıştır. Ancak kalıtımsal nedenler ve çevre koşullları yüzünden insanlar ayrışmaya ve farklı roller  fonksiyonlar, güç prestij edinmeye başlar  Spencer'e göre evrim sürecinde belirleyiciöge endüstrileşmedir.Endüstirileşmenin getireceğiyen parçaların toplumsal sisteme uyum sağlayarak  bütünleşeceği varsayılmıştır. Hatta Spencer, endüstirileşen düzen sonunda savaşın yok olacağını, birey haklarının daha iyi korunacağı  için hükümetlerin fonksiyonlarını yitireceğini öngörmüştür. (Maalesef bu düşünce hiç gerçekleşemeyecek)

Emile Durkheim (1858-1917)

Evrimci yaklaşıma sahip iz bırakmış en önemli sosyolog Durkheim'dir. Durkheim insanların basit ve yüz yüze homojen ilişkile içeren cemaat hayatından karmaşık ve sözleşmeye dayalı cemiyet hayatına geçtiklerini ileri sürer. Gelişen teknoloji ve iş bölümünün artması gelişen insan ilişkilerinin ve dalayısıyla toplumsal yapının değişmesine neden olur. Nüfüs az ve iş bölümü basit olan ilkel toplumlarda mekanik dayanışma olur. Bu durum az nüfüslu toplumlarda yaşayan insanların bilinçleirnin ve değer yargılarının birbirine çok benzemesine dayanır.  Mekanik dayanışma iiçinde yaşayan insalar aykırı davranışta olan bireyleri cezalandırarak başka bir deyişle cezalandırıcı hukuk  yolu ile dayanışmanın bozulmasını engeller. Bir toplumu oluşturan bireyler bir takım kollektif inançlara ve duygulara sahiptir. Durkheim bu sisteme Kollektif  Bilinç  ya da Kollektif  Vicdan adını vermiştir. Mekanik dayanışmada suçlu kişi kollektif vicdanı incittiği için cezalandırılır. cezalandırmada ki asıl amaç toplumun benliğini koruma çabasıdır. Durkheim toplumlar geliştikçe ceza hukukunun giderek azalacağını öne sürer. İş bölümünün artmasıfarklı fonksiyonlara ilişkin geri verdirici hukuk ortaya çıkar. Geri verdirici hukuk bireyin başka bireylerle olan ilişkilerini düzenler. Örnk: medeni kanun, Ticaret Kanunu vb

SOSYAL EYLEMLİLİK YAKLAŞIMI

Marx Weber (1864- 1920)

Weber'in temel etellektüel çabası kapitalizmin neden Hiristiyan Betı'da geliştiğini anlamak üzere  kuruludur. Bu soruya cevap ararken Hiristiyan Batı ve Hiristiyan olmayan öteki olarak konumlandırdığı uygarlıkları(Müslüman ,Hindu, Budist vb) karşılaştırı. Akılcılığın sadece Batda gelişmesinin bu uygarlığı üstün kıldığı sonucuna varır. Akılcılaşma(Rasyonalite) Weber'in modernite kavramsallaştırmasının anahtar kelimesidir. Sekülerleşmeye birlikte bir toplumda dinin kurumsal etkisinin azalması beklenir. Eğitimde ve bilimde artış ve yayılma gözlemlenir. Geleneksel ve karizmatik otorite biçimlerinin yerini akılcı yasal ve bürokratik otorite biçimleri alır.Weber toplumsal değişmenin nedenlei arasında önemli bir unsurun düşünceler olduğunu ileri sürmüştür.  Ona göre zaman içerisinde değişen düşünceler kültürel birikim sağlar  ve değişmenin etkili gücü haline gelir. düşünceler sosyal eylemliliğe yol açtığı ölçüde önem kazanır. kitlerleri harakete geçirebilen karizmatik liderler önemli toplumsal krizlerde ortaya çıkarler. Yeni bir düzen kurulduktan sonra liderin yaptıkları gelenekler haline dönüşür.Weber  kapitalizmin Batıda gelişmesini Protestan Ahlakı ile ilişkilendirmiştir.

YAPISAL FONKSİYONALİST YAKLAŞIMLAR

Talcott Parsons(1902- 1979)

Evrimci ve Yapısal Fonksiyonalist kuramcılar arasında Amerikalı Sosyolog Parsons öne çıkamaktadır. Ona göre toplumsal değişme basitten karmaşığa doğru giden normal bir toplumun evrimidir. Weber'den aldığı toplumsal eylem kavramını Durkheim'den aldığı toplumsal kuram kavramı ile uzlaştırmaya çalışarak kendi kuramını geliştirmiştir.herhangi bir bireyin  eylemleri, içinde yaşadığı toplumun kurumları çerçevesinde ortaya çıkar. Birey bu çerçevede tercih yapmak zorunda kalır. Bir toplumsal sistemde fonksiyonları ayrışması neticesinde yapısalfarklılaşma meydana gelir. ancak bu farklılaşmanın kültürel sistem yardımı ilebütünleşmeye gitmesi beklenir.

Yapısalcı-Fonksiyonlaist yaklaşım sistem modeli çerçevesinde düşünülür. sistem modeli, her hangi bir düzeyde gerçekleşen toplumsal değişmenin diğer düzeyleri etkileyeceği düşüncesini içerir. Toplumsal değişme Makro,  orta düzey ve Mikro  olmak üzere üç düzeyde ele alınır. birbiriyle bağlantılı olarak değişik düzeyde  ortaya çıkan değişmeler sosyal süerç ile açıklanır.  Makro düzey; uluslararası  sistem ve devletler, Orta düzey; şirketler, sisyasi partiler, dinsel hareketler, Mikrodüzeyde ise; aileler, meslek grupları ya da arkadalık gurpları akla gelir.

DİYALEKTİK YAKLAŞIMLAR

Karl Marx (1818-1883)

Marx liberal görüş açısından ön plana çıkan bireye karşılık toplumsal olanı ortaya koymuştur. Maddeci tarih görüşüne dayanan diyalektik yaklaşımı ile diğer evrimci yaklaşımlardan ayrılır. Ona göre toplumsal değişmenin temel nedeni sınıf çatışmalarıdır. Sınıflar toplumlardaki farklı üretim biçimlerine bağlı olarak ortaya çıkar.Üretim güçleri ile üretim iişkileri üretim biçimlerini oluşturu.Marx'a göre üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çatışma insanların iradesi dışında oluşur.İnsanları ideolojileri maddi hayat tarafınfan biçimlenir.

Bir toplumda üretim araçları ve insanlar üretim güçlerini oluşturu.İnsanların içine girdikeleri ilişkiler üretim biçimleirni ortaya çıkarır. Örneğin tarımla geçinen toplumlarda toprak temel üretim aracı iken, endüstri toplumlarında fabrika üretim aracıdır. Üretim aracı karşısında insanların aldıkları pozisyonlar onların bilnçleirni belirler.
AKSİYONALİST YAKLAŞIMLAR

 Sistem modelinin altarnatifi, toplumu dinamik bir  sosyokültürel  alan olarak düşünen modeldir.Bu modele göre toplumun en önemli temel taşı sosyal olaydır.Aksiyonalist yaklaşıma göre toplumsal değişlmeyi etkileyen teknoloji, ekonomi ya da kültüre bğlı  bir ya da birden fazla etmen düşüncesi yeterli değildir. Değişme için bütün bu etmenlerden ziyade sosyal aktörlerin aksiyonları  gereklidir.Bu yaklaşıma göre toplumsal değişlme toplumsal hareketler neticesinde gerçekleşebilir. Endüstri öncesi toplumlarda bireyler gelenekler etrafında sıkı bir şekilde kenetlenmiştir. Öte yandan, endüstri ve endüstri sonrası toplumlarında farklı  toplumsal konuları, sorunları gündeme getiren toplumsal hareketlerin ortaya çıkması olasılığı yüksektir. Günümüzde yaygın kitle iletişim araçları ve özellikle internet ağları sayesinde toplumsal hareketler daha geniş çapta ve hızlı bir şekilde örgütlenebilme olanağına sahiptir.

MODERNİTE VE MODERNLEŞME

Toplumsal değişme denince akla gelen önemli bir kavram modernitedir. Giddens’a göre modernite Batı’da Endüstri Devrimi ile beraber değişen toplumsal kurumları ve davranış biçimlerini içerir. Modernleşme ise endüstrileşme ile başlayan toplumsal değişme sürecine verilen isimdir ve ağırlığını 20. yüzyılda dünya çapında hissettirmiştir. Modernite’nin bir boyutu endüstrileşme ise öbür boyutu
kapitalizmdir. Kapitalizm pazarda gerçekleşen rekabeti ve iş gücünün metalaşmasını içerir. Modern toplumda bireylerin aktivitelerini eşgüdümlü hale getirmek için enformasyon ve bireyleri kontrol altında tutabilmek için denetim sistemleri gelişir. Modern toplumun politik örgütlenme biçimi ulus devlettir. Giderek ulus devletler tarih sahnesine aktörler olarak çıkmış  ve uluslararası iliflkilerin çapı gelişerek küreselleşme sürecini hızlandırmıştır. Dolayısı ile, modernite olmasaydı, küreselleşme de gelişemezdi. Modern sosyal yaşamı modernite öncesi sosyal yaşamlardan ayıran en önemli özelliği dinamik oluşudur. O halde modern toplumu dinamik yapan
nedir? Modern toplum her şeyden önce zaman ve mekan ayrışmasına işaret eder. Modernite öncesi toplumlarda zaman ve mekan insanların günlük yaşamlarını idame ettirdikleri yer ile sınırlıydı. Bilimin gelişlmesi, evrensel bir takvim sisteminin icadı ve standartlaşmış  zaman dilimleri modern toplumun modern öncesi toplumlardan temel farkını oluşturur.

Marx’a göre özgür iş gücü modernitenin anahtar kavramıdır. Emek pazarda satılan bir meta haline gelmeden kapitalizm gelişemezdi. Kapitalizmin geliflmesi aynı zamanda fabrikada çalışma biçimine bağlı olarak artan disiplini de getirdi. İş gücünün özgürleşmesi sadece sosyal sınıf ilişkileri bağlamında  değil aynı zamanda toplumsal cinsiyet ilişkilri açısındanda önemli bir ölçütür.

Walby’e göre  önemli sayıda kadının kocalarına bağımlı ev kadını statüsünde yaşadığı toplumlar  henüz tam anlamıyla modernleşmemiş demektir. Demokrasi ve insan hakları kavramları modernitenin önemli ölçütleridir. Ne var ki, insan
hakları kavramı iki açıdan tartışılmaktadır. Birinci olarak kültürel açıdan kolektivist toplumlarda bireyleşmeye dayanan insan hakları kavramının geçerli olup olamayacağı konusu sorunsallaştırılmıştır. İkinci olarak ise insan hakları kavramının ilk ortaya çıkışında    kadın haklarını içermemesi eleştirlimiştir.

Simmel’e  göre modernite bireyleşme olmadan gerçekleşemez. Geleneksel toplumlarda bireyler daha ziyade aile ve hısım-akraba bağlantıları  içinde sosyalleşirken, moderniteyle birlikte bireyler bağlantı  kurmak istedikleri grupları akılcı  bir biçimde seçmeye başlamıştır. Birey artık çeşitli gruplara üyedir ve bu durum bireyin belirsizlik duygusuna kapılmasına neden olabilir.  Modern toplumda insanın yarattığı  maddi objeler ve teknoloji insanın kendisine karşı  gelmeye başlamıştır. Para ekonomisi insanlar arası ilişkilerin çözülmesine ve insanın yabancılaşmasına yol açmşltır. Simmel aslında modern toplumda bireyin bir yandan özgürleşmek,öte yandan kendi yarattığı objelerin esiri olmak gibi bir ikilemde kaldığını savunur.(avuntu dip notu: Lukacs  ŞEYLEŞME kavrımını  kapitalizm sonucu insanın kendi emeğine yabancılaşması olarak açıklar)

Ritzer  modern toplumu tanımlarken “Toplumun McDonaldlaştırılması” kavramını ortaya atmıştır. Ritzer’a göre akılcılaşma süreci, modern yaşamın ihtiyaçlarına verdiği yanıtları dört temel unsura dayandırı: verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik ve denetim. Bu unsurların hepsi özünde kapitalist toplumda egemen olan üretim biçiminin gereksinimleri ile ilgilidir. Kapitalizmde üretim artmalı, ne kadar üretilebileceği öngörülebilmeli ve denetlenebilmelidir. Giderek tüm yaşam alanlarına hakim olan akılıcılşma süreci standardizasyonu getirmiştir.

Bauman  “insanın yaşamak için mi tükettiği, yoksa tüketebilmek için mi yaşadığı” sorusunu sormamız gerektiğine vurgu yapar ve tüketim toplumu kültüründeki insanı şlöyle tanımlar: ‘’Tüketiciler toplumundaki tüketiciler için hareket halinde olmak, aramak, bulamamak, daha doğrusu henüz bulmamış olmak, marazi bir durum değil, bir mutluluk vaadidir; belki de mutluluğun kendisidir. Onlarınki varşı  bir lanete dönştüren umutlu bir yolculuktur... Tüketim oyunu ele geçirme, mülk edinme hırısı ya da maddi,
somut anlamda servet biriktirme değil, yeni bir şeyin ve önceden bilinmeyen bir duygunun verdiği heyecan aşkına oynanır. Tüketiciler her şeyden önce, heyecan derleyicileridir; onlar, şeylerin ancak tali ve ikincil anlamda koleksiyoncularıdır."

Modernleşme kuramları toplumları ya geleneksel ya da modern ikilemi çerçevesinde düşündükleri ve tüm toplumların mutlaka Batı toplumlarının geçtiği aşamalardan geçerek modernleşebileceklerini öngördükleri için eleştirilmiştir.

KÜRESELLEŞME

Toplumlar arasındaki kültürel farkların giderek ortadan kalkmasına, başka deyişle kültürel homojenleşme sürecine işaret eder. Castells’a göre küreselleşme özellikle 1970’lerden bu yana enformasyon toplumunun ortaya çıkmasıve gelişmesi ile bağlantılıdır. Çünkü internet gibi yeni iletişim teknolojileri sayesinde bilgi akışının hızlılığı  ve birbirinden bağımsız gibi gözüken toplumlar gerek bilgi, gerek sermaye akışı sayesinde ekonomik ve politik açılardan birbiriyle bağlantılı hale gelmiştir.

KÜRESELLEŞME OLGUSUNUN ÖZELLİKLERİ

Küreselleşmenin en önemli özellikleri zaman ve mekanın sıkışması, mekanın yeniden biçimlenmesi ve uluslararasındaki karşılıklığı bağlamlılıkların  geri dönülmez bir biçimde artmasıdır.Küreselleşme, içinde her türlü eşitsizliği, çelişkiyi, karşıtşığı  ve yerel ile küresel arasındaki diyalektik ilişkileri barındırmaktadır. Bu süreç tek bir boyuta indirgenemeyeceği gibi tek bir zaman dilimine de indirgenemez. buna karşılık küreselleşme halen içinde yaşamakta olduğumuz çok boyutlu ve dinamik bir süreç olarak kavramlaştırılmalıdır.

KÜRESEL KARŞISINDA YEREL

Modernlik öncesi bağlantılılık  ile modernlik sonrası bağlantılıklık arasında  bir eksen kayması söz konusudur. Bu eksen kayması sadece
mekan değiştirmenin esnekleşmesi değil, ayno zamanda bir bütün olarak dünya bilincinin yoğrulması anlamına da gelmektedir.

Küreselleşme tek yanlı bir süreç değildir. Kültürel boyutu açısından düşündüğümüzde diyalektik bir yapı ortaya çıkar. Küresel süreçlere yerel müdahalelerde bulunma olanağı vardır. Toplumumuzda küreselin karşısında yerelin yeniden inşası çabasına bir örnek, “Türk geleneklerine uygunluk” ölçütünün “Batı geleneği” ile karşı karşıya getirilmek istenmesidir. İslami kökene sahip belediye başkanları tarafından ölen insanlara saygı için ayakta durmak bir Batı geleneği olarak nitelenmiş, buna karşılık dua okumak Türkiye’nin İslami geleneklerine uygunluk, başka deyişle yerel olana uygunluk adına uygulamaya sokulmuştur.Huntington kültürel homojenleşme yerine “uygarlıklar çatışması” dönemine girdiğimizi öne sürmüştür. Uygarlıkları kültürel/dinsel özelliklerine göre kategorilere
ayırmış uygarlıkların  çoğunun modernleşmek istediğini ama Batılılaşmak istemediğini iddia etmiştir. Huntington’un kültürü din farklılığına indirgemesi ve İslamiyeti Batı’ın karşına yerleştirmesi eleştiri almıştır. Aynı zamanda Latin Amerika ülkelerini
Hıristiyan olmalarına karşılık politik kültürlerinden dolayı Batı Uygarlığından farklı olarak ele alması da tezinin zayıf yanı olarak öne sürülmüştür.

KÜRESELLEŞME KURAMLARI

Küreselleşmenin 1970’ler sonrası ortaya çıkan yeni bir olgu olmadığını iddia eden farklı kuramlar vardır. Bu kuramlar Marx’tan
etkilenmiş olan “kapitalist dünya sistemi” ve “bağımlılık” kuramları ile “dünya kültürü” kuramıdır.

Kapitalist Dünya Sistemi ve Bağımlılık  Kuramları

Bağımlılık kuramı  olarak adlandıralabilecek düşünceler çeşitli olsa da ortak yönleri dünya kapitalist sistemi kavramını kabul etmeleri  ve bu sistemin  çevresinde yer alan ülkeleirn iç yapılarının dış güçler tarafından belirlendiğini öne sürmeleridir. Ön plana çıkan düşünürler “kapitalist dünya ekonomisi”kavramını kullanan Andre Gunder Frank ve Immanuel Wallerstein’dır. Frank “azgelişmişliğin gelişmişliği" kavramını ortaya atmıştır.

Frank'a göre kapitalizmin 16.yüzyılda Avrupa’da başladığını ve tüm dünyayı uluslararası bir sistem haline soktuğunu iddia eder. Bu kuramın temel argümanı bütün ülkelerin aynı anda gelişemeyecekleridir. Merkez ve çevre arasındaki ilişki sömürü ilişkisidir. Merkez ülkeler çevre ülkelerin ürettiği artı değerlere el koymaktadır Bütün ülkelerin aynı anda gelişememesinin nedenide budur. Çevreden merkeze artı değer transferi gerek uluslararası iş bölümü gerekse siyasal güç ile sağlanır.

Wallerstein, Frank’ın görüşlerini geliştirmiştir.Ona göre dünya ekonomik sisteminde üç konum vardır: merkez, yarı çevre ve çevre. Frank’tan farklı olarak bu konumların sabit olmadığını ve bazı ülkelerin sistem içinde yer değiştirmelerinin mümkün olduğunu öne sürmüştür. Yarı çevre ülkeler merkez ve çevre arasındaki  kutuplaşmayı azaltıp sistemin kalıcılığını sağlamaktadır.

Artı değer kavramını Marx emek-değer kuramı çerçevesinde kullanmıştır. Bağımlılık kuramları da temelde modernleşme kuramları gibi ideal bir gelişme tasavvur ettikleri ve çevre ülkelerin durumunu bu modele göre tanımladıkları için eleştirilmiştir

Sassen, küresel ekonominin “dünya şehirleri” sayesinde hayat bulduğuna dikkatimizi çeker. Dünya şehirlerinden küresel ekonomiyi kontrol eden kişiler gerek yerel kültürlerin etkisinden, gerekse siyasi kontrolden uzaklaşırlar. Buna paralel olarak dünya şehirlerinde yaşayan küresel elitler ile asgari ücretle çalışlan işçiler arasındaki eşitsizlik uçurumu artar.

Dünya Kültürü Kuramı

Dünya kültürü kuramı  küresel meta, insan ve kültür dolaşımı zincirlerini analiz eder. Küreselleşme sürecinde gerek malların, gerekse insanların dolaşımını görürüz. Dünya kültürü kavramı meta dolaşımı ve insan dolaşımı süreciyle,uluslararası finans ve banka sistemiyle, iletişim ağıyla, uluslararası kurumsallşlmalarla (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararas› Çalışma Örgütü, Dünya Bankası, Dünya
Satranç Federasyonu gibi) ve küresel popüler kültür ile bireylerde ulus ötesi yenibir bilinçlenme düzeyine işaret etmektedir. Üstelik bu kültür dinamiktir. Sürekli oluşum ve yenilenme halindedir.

EKONOMİK KÜRESELLEŞME

1970’lerin başından itibaren kavramsal olarak sermayenin ulusal düzeyde tanımlanamayacağı görüşü ağırlıkk kazanmaya başlamıştır. Bu tartışmaların çerçevesini anlayabilmek için sermayenin toplam sosyal döngüsünü oluşturan üç sürece açıklık kazandırmak gereklidir.

Birinci aşamada ticari sermaye uluslararasılaşmıştır. Kapitalist üretim tekniklerinin gelişmesi üretim hacmini arttırmış dolayısıyla uluslararası ticaret artmıştır. Bu durumda çok uluslu şirketler güçlenmiştir.Bu dönemde ticaret serbestliği savunulmuş,  ticaretin devam edebilmesi için paranın hem ödeme aracı hem de ortak ölçü olma özellikleri gündeme getirilmiş ve altın-para sistemi gerçekleştirilmiştir.

İkinci aşamada erken endüstrileşen ülkelerde sermaye aşırı artmış, yeni karlılık koşullarının aranması gündeme gelmiştir. Anonim şirketler gelişmiş ve toplumda var olan mülkiyet hakları tek elde yoğunlaşmıştır. Buna bağlı olarak sermaye yaratıcısı bankalar güçlenmiş ve sermaye hem borç sermaye hem de hayali sermaye olarak ulus dışına çıkmıştır. Bu sürece para sermayesinin uluslararasılaşması demek mümkündür.

Üçüncü aşamada gelişen teknoloji ve ulaşım maliyetlerinin ucuzlaması üretim faaliyetinin uluslararasılaşmasına neden olmuştur. Üretim için gerekli iş gücü ve üretim araçlarının sağlanmasında olduğu gibi üretim sürecinde yaratılan artı değerde uluslararasılaşmıştır.

Sermayenin üç farklı görünümünü kendi içlerinde toplayan firmalar hareket alanlarını genişleterek karlılık oranlarını  arttırabilmişlerdir. Başka deyişle, bir yandan firmalar üretimi sürdürürken, bankalar yatırım için para sağlamakta ve ticaret
şirketleri ise üretilen malların dağıtımını yapmaktadır.

1980 sonrasına ilişkin bir kavram olan neoliberal küreselleşme finansal piyasaların önemini arttırmştır. IMF ve Dünya bankası bu süreçte başat rol oynamış ve alternatifsizlik söylemi yaratılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder